27 Şubat 2009 Cuma

Tuhaf Hikayeler: 2: Kareler

Daha beş yaşındayken de takıntılı bir çocuktum. Bunu herkes bilir. Karelerden nefret ederim. Çünkü kareler kusursuzdur. Bütün kenarlarının uzunlukları eşittir. Açılarının hepsi doksan derecedir. Bir köşesini çaprazında kalan diğer köşeyle birleştirdiğiniz zaman ortaya çok güzel bir ikiz kenar üçgen çıkar. İçine yada dışına mükemmel bir daire çizebilirsiniz. Herhangi bir geometrik şekil değildir kareler. Üçgen gibi bir şeyleri temsil etmezler. Yada dikdörtgen gibi sıradan değildir kare. Asildir. İşte bu yüzden kıskanırım sırf bu yüzden nefret ederim onlardan. Kendimi bildim bileli hayatımın hiçbir yerine sokmadım kareleri. Kareli gömleğim bile olmadı hiç. Bunun size ne kadar saçma geldiğinin farkındayım ama gerçekten psikolojik bir sorun bu benim için. Tedavi olmayı da denedim ama olmadı. Yine ne zaman bir kare görsem tüylerim diken diken oldu, içim dışıma çıktı resmen.

Öte yandan etrafımda ki insanlar da deli olduğumu düşünmeye başladı. Alay ettiler benimle sürekli. Hayatımın pek çok döneminde kareli şakalara maruz kaldım. Bu şakaların çok ileriye gidenleri de oldu. Hiçbir zaman karşılık vermedim. Hep içime attım olanları. Ta ki bu olaya kadar.

Kazandığım üniversite başka bir şehirdeydi. Ailemin maddi imkanları yeterli olmadığı için devlete ait bir yurtta kalmaktayım. Bir odada tam sekiz kişi kalıyorduk. Durumumu ilk fark ettiklerinde bunun basit bir şey olduğunu düşünüp çok üstüme gelmemişlerdi. Ama takıntımın ne kadar ciddi boyutta olduğunu gördüklerinde benimle uğraşmak onların en büyük eğlencesi olmuştu. Defterlerime, kitaplarıma, duvarlarıma, kareler çizdiler hep. Doğum günümde bir sürü kare hediye ettiler. Hiç birisine en ufak bir tepki vermedim. Fakat bu en son şakayla çok ileri gitmişlerdi. Duştan çıkıp üzerime giyebileceğim bir şeyler almak için dolabımı açtığımda, içinin tamamen kareli gömlek yada kareli pantolonlarla dolu olduğunu gördüm. İçerde bir de büyükçe çöp torbası vardı. İçindekilerin benim kıyafetlerimin kesilmiş parçaları olduğunu anladığımda kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda sonradan kalorifer dairesinin altındaki sığınak olduğunu anladığım karanlık bir odadaydım. Etrafta birkaç mum yanıyordu sadece. Elimde kanlı bir falçata vardı. İçimden dualar ediyordum kimseye zarar vermemişimdir inşallah diye. Biraz daha kendime gelip karanlığa gözlerim alıştığında, duvarlara büyük kareler çizilmiş olduğunu gördüm. Ama asıl korkutucu olan kareler değil karelerin ortalarında asılı olan adamlardı. Yedi büyük kare vardı. Altısının ortasında vücutları tamamen yaralarla kaplı çıplak insanlar asılıydı. Ve elimdekine bakılırsa bunların hepsini ben yapmıştım. Korkudan tir tir titriyordum. Cesetlerin yanlarına iyice yaklaştığımda bunların oda arkadaşlarım olduğunu gördüm. Vücutlarına irili ufaklı yüzlerce kare çizmiştim. Daha sonra duvardaki karelerin ortasına, büyük duvar çivileriyle asmıştım onları. Yedinci karenin içinin boş olması birini elimden kaçırdığım anlamına geliyordu. Hemen oradan uzaklaşmak için kapıya yönelmiştim ama polislerin benden çabuk davrandıklarını gördüm. İşte bildiğim her şey bu kadar. Ama her ne yaptıysam yemin ederim ki bilerek ve isteyerek yapmadım. Çok üzgünüm.

Veda

Hergün biraz daha ölür insan, yaşadığını düşünür. Bizler neyin ne olduğunu bilenleriz. Bizler trenin kalkış vaktini kendileri belirleyenleriz. Sizlerin sandığı gibi aptal değiliz biz. İntihar, ölmenin en aptalca yolu öyle mi? Mesela yanlışlıkla ölmek, bir kaza sonucu ölmek daha zekice yani. Ya da durup dururken olanı en zekicesi. Siz zanneder misiniz ki biz en dibe vurduğumuz ve çıkış yolu bulamadığımız zaman terkederiz bu dünyayı? Bizler battıkça batarız, her batışımız bir sonrakinin başlangıcıdır, bunu engelleyemeyiz. Ve biliriz ki battığımız yerin dibi yoktur. Bir süre sonra, bunu iyice algılayabildiğimiz zaman, kendimize ya da bu dünyaya karşı yapabileceğimiz bir şey kalmadığı zaman, ilk kez kurtuluşun tek yolu belirir beynimizde. İlk seferinde cesaret edemeyiz. Belki ikincisinde de belki üçüncüsünde de hatta belki üçyüzüncüsünde de… Ama üçyüzbir olduğu zaman artık çok daha rahatızdır. İyice ikna olmuşuzdur sizler için sadece yük olduğumuza. Sizi önemsediğimizden değil, kendi gururumuza yediremediğimizden. En sonunda da damaklarımızda bir yanık tadı… Sizler ordan çıkan dumanı göremezsiniz hiç. Bu insanın mahremiyetine girer. Göstermeyiz öyle. Köprülere çıkıp şov yapmayız biz. Yaptığımız şey başlı başına bir şovdur zaten biletleri satılmayan, seyircisi olmayan. Sonra siz ardımızdan cenaze namazı bile kılmazsınız. O aptal dersiniz, kendi kendini öldürdü. Hani siz çok zekisiniz ya. Ağlayan bile olmaz ardımızdan. Zaten bizim için ağlayacak kadar bizi seven birileri olsa yapmayız bu işi. Bu işinde bir raconu vardır. Birilerini ya da kendimizi cezalandırmak değildir ki amacımız. Diyorum ya, bizler neyin ne olduğunu çok iyi biliriz. Bizler trenin kalkış saatini kendileri belirleyenleriz.

Lütfen

Hayır dostlarım sakın intihar etmeyiniz. Bile bile kendinizi öldürmeyiniz. Ölmek güzel değildir. İnanın bana yerin üstü, altından çok daha çekicidir. Üstelik kendinizi öldürmediğiniz müddetçe, kendinizi öldürmek için pek çok yeni fırsat geçecektir elinize. Ama bir kere öldüğünüz zamn geri dönme şansınız olmayacaktır. Ve size pek çok fırsattan daha bahsedebilirim hayatta kaldığınızda elinize geçebilecek. Ama buna gerek yok çünkü birazcık düşünürseniz sizler kendileriniz de bulabilirsiniz. Hayır dostalrım sakın ola vücudunuzu vakti gelmeden kurtçuklara teslim etmeyiniz. Düşündüğünüz gibi değildir durumlar. O kadar da vahim olamaz zaten. Zaman veriniz kendinize ve sakın intihar etmeyiniz. Yalvarıyorum size kendinizi öldürmeyiniz. Bakınız ve görünüz. Görünüz ve düşününüz. Nefel alabilme ayrıcalığından yoksun kalmayınız. Nefes almazsanız çürürsünüz. Çürürseniz kokarsınız. Ve bu hiç hoşunuza gitmez. Bu koku ter kokusuna benzemez. Yıkansanızda geçmez. Kaldı ki öldükten sonra yıkanabileceğinizi de sanmıyorum şahsen. Bırakınız bu düşünceleri dostlarım ve yaşamaya devam ediniz. Lütfen.

Ps: İntihar Fikrine yapılan yorumlardan dolayı yazılmışltır.

tuhaf hikayeler :1-- Haz

Çok fazla olmadı. Üç gün öncesi pazartesiden bahsediyorum. Gördüğüm şeyler hayal gücümle yaratamayacağım kadar saçma, rüyalarımda göremeyeceğim kadar deliceydi. İnanmak istemedim bir an ama her şey o kadar canlı ve gerçekti ki inanmamak için aptal olmak gerekirdi. Yürüdüğüm yollardan hiç araba geçmediğini fark ettim önce. Zaten çok kimse araba kullanmaz bu şehirde. Belki de nüfusun onda birinde bile araba yoktur. Ama o gün saatlerce araba geçmedi o yoldan. Gördüğüm tek tük bitkilerden ve bir iki kuştan başka canlı da görmedim bir süre. Ama ilerledikçe çok kötü bir şeye yaklaştığımın farkındaydım. Bir müddet sonra ilerde bir topluluğun bir şeyler yaptığını fark ettim. Bir şeyler yaparak yavaşça ilerliyorlardı. Bir panik havası var sanki orada. Onlara yaklaşmak için biraz daha hızlandım. Ve yeterince yakınlarına geldiğimde hiçbirinin üzerinde kıyafet olmadığını gördüm. Ama asıl beni ürperten konu vücutlarında fark edilen, çok büyük olmayan yaralardı. Gruba iyice yaklaştığımda orada neler döndüğünü tam olarak kavrayabildim. Orada bulunan herkes birbirini yiyordu. Kimse kimseyi engellemiyor, sıradan bir homurtu dışında ses çıkarmıyorlardı. Birbirlerinin kollarını, bacaklarını, sırtlarını ısırarak ağızlarında ki parça bitene kadar yürümeye devam ediyorlar ve başkalarının da kendilerini gelip ısırmalarını bekliyorlardı. Grubun içinden bazılarının beni gördüğünü fark ettiğimde bunu yapmak istedim, ama beynim bir türlü ayaklarıma koş emrini vermiyordu. Beklide beni görenlerin bir tepki vermemesinin verdiği rahatlıkla geriden onları takip etmeye başladım. Nereye gittiklerini nerede duracaklarını bilemiyordum. Sadece anlamsız bir takip isteğiyle onların peşinden yürüyordum. Çok geçmeden içlerinden birinin yavaş yavaş dengesini yitirmeye başladığını gördüm. Sallandı sallandı ve yere düştü. Hala gruba eşlik etmeye çalışıyordu ama. Kimse onu kaldırmaya çalışmadı. Herhangi birinin o yere düşenin farkına vardığından bile emin değilim. Son bir güçle yanından geçmekte olan birinin bacağına sarıldı. Tuttuğu hiç oralı olmadı. Sanki bacağında birini taşımıyormuş gibiyi. Bacağındaki o yürüdükçe sürünüyordu ardı sıra. Yaptığı son şey tuttuğu bacaktan son bir ısırık almak oldu. Ağzına göre bir lokma koparmayı başarınca tuttuğu bacağı bıraktı en sonunda ve yerde öylece kaldı. Daha sonra hareket ettiğini görmedim. Grup oradan uzaklaşınca yerde yatanın yanına yaklaştım. Genç bir kızdı. Bembeyaz bir teni ve gerçek kızıl saçları vardı. Çok fazla ısırılmıştı. Taze vücudunda çok fazla yara izi vardı ve buna daha fazla dayanamayıp vazgeçmişti. Ölmüştü. Ama yüzünde şu anda size anlatmakta zorlanacağım garip bir mutluluk vardı. Yüzümü ani bir kıskançlık duygusu kapladı. Ben hayatımda hiç bu kadar mutlu olamamıştım. Bu kız nasıl bu kadar mutlu olabilirdi. Birden beynimin için bir uğultu yankılanmaya başladı ve gitgide yükselerek dayanılmaz bir hal aldı. Sebebini bilmiyordum. Gruba baktığımda bir hayli uzaklaşmış olduklarını gördüm. Ayağa kalkıp onları takip etmeye devam etmek istedim ama bacaklarımın son derece uyuşmuş olduklarını hissettim. Bacaklarımdan başlayan bu uyuşukluk bütün vücudumu sardı sonra. Beynimdeki uğultu ve bedenimdeki uyuşukluk o kadar çok acı veriyordu ki bana bunun yerine ölmeyi bile tercih edebilirdim. Daha sonra her nasıl olduysa ayağa kalkmıştım bir şekilde. Ama bu sefer bunu ben istememiştim. Beynim kendi kendine kararlar alıp vücudumu yönetmeye başlamıştı.daha sonra gruba doğru koşmaya başlamıştım. Bunun çok tehlikeli olduğunu biliyor ama engel olamıyordum kendime. Biraz ilerde başka bir kadının daha dayanamayıp öldüğünü gördüm. O da çok fazla yara almıştı. Koşarak geçtim yanından. Gruba iyice yaklaşmıştım. Birden durup soyunmaya başladım. Beynimin beni de o grubun içine sokmayı planladığını anladım. Yaptıklarıma hiçbir şekilde engel olamıyordum. Bu durumdan kurtulmamın hiçbir yolu yok gibi görünüyordu benim için. En sonunda bir şekilde o grubun içinde buldum kendimi. Hatta bir anda o kadar çok saldıran olmuştu ki, vücudumda onlarca yara açılmıştı bile. Her yerimden kanlar akıyordu ama vücudumun her yeri uyuşuk olduğu için hiç acı hissetmiyordum. Şimdiyse sıra bendeydi. Bu yapılan şey her ne amaçla yapılıyorsa şimdi benim yapmam gerekiyordu. Önümdeki kadının sırtına diktim gözlerimi. Zayıf sayılmazdı. Ama yinede çok alımlı bir kadındı. Bembeyaz teni kıpkırmızı yaralarla kaplıydı. Ve en sonunda yapabildim ısırdım onu. Büyükçe bir parça kopardım. Ve çiğnemeye başladım. O an yaşadığım hazzı anlatabilmem imkansız. Çok büyük bir mutluluk yaşıyordum. Öyle ki bir dahaki ısırık için sabırsızlanıyordum. Ve inanması güç ama her ısırıkta aynı şeyi yaşadım. Grup gittikçe azalıyordu. İlk başta sadece kadınlar düşüyordu ama yavaş yavaş erkekleri de kaybetmeye başlamıştık. Güneş yavaşça batmaya başladı daha sonra. Bu bütün grupta sebebini bilmediğim bi tedirginliğe sebep oldu. Ama bu çok rahat anlaşılıyordu. Kopardığımız parçaları daha hızlı çiğniyor ve çok geçmeden hemen yenisini alıyorduk. Güneşin kaybolmasına dakikalar kala grup durdu birden. Herkes olduğu yere çöktü sonra ve bende dahil olmak üzere hepimiz hüngür hüngür ağlamaya başladık.
Feryat figan ağıtlar yakılıyordu. Bir müddet sonra hava tamamen kararınca canımın yanmaya başladığını hissettim. O zaman anlamıştım güneşin batmasına neden bu kadar çok üzüldüğümüzü. Artık her şeyi hissedebiliyordum. Çok acı çekiyordum ve üşüyordum aynı zamanda. Yavaş yavaş hareketlerimi kontrol etmeye de başlamıştım. Kendime geliyordum artık. Sonra birden herkes ayağa kalkıp farklı yönlere koşuşturmaya başladı. Çok geçmeden hepsi gözden kayboldu. Çok şaşırmıştım. Sonra bende ayağa kalktım zorlanarak. Kıyafetlerimin olduğu yere kadar yürümeyi başardım. Ama ilginç bir şey vardı düşenlerin hiçbirine rastlamadım yolda. Üstüme birkaç bir şey giydikten sonra kendimi kaybetmişim. Uyandığımda hala güneş doğmamıştı. Garip bir huzur vardı içimde. Dikkatimi başka bir şey çekti. Kıyafetlerimin tamamı kanla kaplı olmasına rağmen vücudumdaki yaralardan eser yoktu.hepsi kapanmıştı. Yok olmuştular resmen.

Belki biraz zaman geçince olanları anlamaya gücüm yeter. Belki bir gün tekrar o grup beni içine çeker. Sizler de anlamakta güçlük çekebilirsiniz ama inanın bana o haz, o mutluluk çok farklıydı. İnsan tekrar yaşamak istiyor. Şu anda o gün orada ne yaşadığım hakkında en ufak bir fikrim yok. Belki bir daha ki sefere.

Bana bir şey anlatır mısınız?

Merhaba. Bana bir şey anlatır mısınız, rica etsem? Bu beni çok mutlu ederdi. Bazen saçlarımı okşar mısınız lütfen? Saçlarımın okşanmasına bayılırım. Belki birazcık yanımda durmak istersiniz, sadece bana gülümsemek… Sakın beni unutmayın bu köşede.
Sizler bana bir şeyler anlatmak istemez misiniz? Hiç bilmediğim bir şeyi… Hiç görmediğim bir yeri, hiç tanımadığım bir adamı belki… Ben hep bu yatakta yatarım biliyor musunuz? Asla kalkmam buradan. Ne zaman isterseniz bana uyumam için bir masal anlatabilirsiniz. Canınız ne zaman isterse…



(Beyninde bir hastalıkla doğmuştu. Hiç konuşamadı, hiç yürüyemedi, hiç gelişemedi. Aslında ailesi de pek yardımcı olamadı. Maddi yetersizlikleri ve beklide biraz cahillikleri vardı çünkü. Kız o kadar güzel bir kızdı ki görmeliydiniz. Dünyalar güzeli bir gülümsemesi vardı. Onunla ilgilendiğiniz zaman anlardı. Geçip karşısına bir şeyler anlattığınız zaman, bir masal okuduğunuz zaman, sadece gülümseyerek sizi dinlerdi. On dört yaşına basmak üzereyken öldü. Her zaman, cennette meleklerin ona bir şeyler anlattığını hayal ederim. Bu onun çok hoşuna giderdi.)

Ps: gerçektir.